Mutlu Bitmeyen Masal
Öyle bir söz söyledi ki genç kadın; aşka dair söylenmiş tüm kelimeler kirlenmiş hissetti kendini. Hayatın dili tutuldu, kuşlar sustu,dallar kıpırdamadı, yapraklar oynamadı. Bulutlar ağlamaya başladı, güneş üzüntüsünü gizlemek için bir bulutun arkasına saklandı, renkler siyahta bütünleşip matem bağladı, deniz dalgalanmadı,balıklar nefes almadı…
Rüzgar yüze vurdu gerçeği söylenen sözün arkasından, cellat bir aşkın daha ipini çekmek için uyandı uykusundan, Azrail yaklaşamadı adama korkusundan. Gökyüzü anı ölümsüzleştirmek için flaş patlattı, zaman şuurunu yitirdi aptallaştı, kalpler göğüs kafesini çatlattı. Her şey ama her şey durup kulak kabarttı.
Evren biten bir aşka şahitlik yapmaktaydı…
Hiçbirimiz seçtiğimiz hayatları yaşamıyoruz kuşkusuz. Yaşamak zorunda bırakıldığımız onlarca şey var hayatımızda. Bir zorundalığa boyun eğmek, sahip olmayı dilediğimiz şeyler için savaşmaktan daha kaçınılmaz olmadı mı hep ?
Genç adam hiçbir zaman tesadüf diyemeyeceği bir şekilde tanımıştı onu. Önce etkilenmiş, sonra bir şeyler hissetmişti. Kadın bir şarkının notalarında hayat bulmuş, yüreğine işlemişti. Çok sevmişti genç adam; bildiği kelimelerle aşkını anlatmayı beceremeyecek kadar çok… Sevgisine karşılık olmuyordu hiçbir kelime,kalbiyle örtüşmüyor,onu anlatmıyor, içleri boşalıyor,anlamını yitiriyor, kifayetsiz kalıyorlardı. Onun aşkını anlatacak kadar derin anlamları olan, sevgisinin büyüklüğüne sınır koymayan bir kelime yoktu hiçbir ülkenin lügatinde, bunu biliyordu. İşte sırf bu yüzden hiçbir şey söylemeden kadın görsün , hissetsin istiyordu…
Onu tanıdıkça yanılmadığını anlıyordu genç adam. Tanıdıkça duyguları kabarıyor, sevgisi depreşiyor büyüleyen bir hal alıyordu. Onunla konuşmak, onunla anı paylaşmak, onu anlamaya çalışmak, ona yardımcı olmak… Bütün bunları yapmaktan keyif alıyordu doğrusu ve istediği tek şey onunla bir ömür yaşamaktı şüphesiz. Bunu gerçekten kelebek olarak hayat bulmuş bir tırtılın yeniden yaşama dönme çabası yada miladı dolmuş can çekişen bir hastanın huzuru isteyişi gibi, ölümü isteyişi gibi istiyordu.
İçi gökyüzüne bakan iki avucun, dilin çırpınışlarıyla vuku bulan tılsımında, dualarında ilk önce onun adına hayat veriyor, onun mutluluğu için dua ediyor,onun huzurlu ve sağlıklı olmasını istiyordu. Ve içten içe şükrediyordu Allah’a cennetinden bir meleği yanı başına kadar yolladığı için. Daha ölmeden dünyasına cennet büyüsü kattığı için…
Meleğim diyordu ona, sen benim meleğimsin… Kanatlarını bir yerde unutmuş olabilir misin?
Ellerini bile tutmaktan korkuyordu incitirim diye. Üzülsün, kırılsın, incinsin istemiyordu. Sahip olup olabileceği en değerli şeyi; Allah’ın kendine verdiği hediyeyi koruma içgüdüsüydü bu…
Çok seviyor diye balık taklidi yapıyordu ona. Alık bir balık. Onu mutlu görünce daha bir alıklaşıyor rolüne kendini kaptırıyordu. Ona onu mutlu eden her şeyi vermek istiyordu. Yapamayacağı şey yoktu. Zaten sevmek yaşamaktı, yaşamaksa savaşmak. Kaybedeceği bir şey yoktu. Ama hiçbir şey…
Dünya döndü, zaman geçti. Her zaman hesap edilemeyen bir olasılık vardır teorisi gerçekleşti. Allah genç adamın kalbindeki meleğin sevgisinin kendine olan sevgiden kat kat fazla olduğunu sezdi ve içerledi. Meleği genç adamdan almaya karar verdi.
Mutlu çift her vakit Allah’ın nameleri minarelerden yükseldikçe hissetmeye başladılar kalplerinde bir şeyler eksildiğini. Her gün biraz daha çok hissediyorlardı ayrılacaklarını. Birbirlerine tutunuyor, savaşıyor, mücadele ediyor engel olamıyorlardı. İrili ufaklı parçaları kaybediyorlardı sevgilerinden. Anlamsız bir yaşanmışlıktı ama son zamanlarda sürekli birbirlerini incitmekten, yıpratmaktan, mutsuz etmekten bahseder olmuşları. Belki de Allah vicdan denilen duygu üzerinden yapmıştı ayrılık planını kim bilir. Zamanını, yerini şeklini dahi belirlemiş kader kalemiyle alınlarına dokundurmuştu onların. Geriye sadece beklemek kalmıştı. Ayrılacakları günü beklemek…
Zaman doldu, şartlar olgunlaştı. Yine bir gün genç adam ve genç kadın konuşmaktaydı… Duygular taşınmaz hale geldi ve aniden öyle bir söz söyledi ki genç kadın; aşka dair söylenmiş tüm kelimeler kirlenmiş hissetti kendini. Hayatın dili tutuldu, kuşlar sustu,dallar kıpırdamadı, yapraklar oynamadı. Bulutlar ağlamaya başladı, güneş üzüntüsünü gizlemek için bir bulutun arkasına saklandı, renkler siyahta bütünleşip matem bağladı, deniz dalgalanmadı,balıklar nefes almadı…
Rüzgar yüze vurdu gerçeği söylenen sözün arkasından, cellat bir aşkın daha ipini çekmek için uyandı uykusundan, Azrail yaklaşamadı adama korkusundan. Gökyüzü anı ölümsüzleştirmek için flaş patlattı, zaman şuurunu yitirdi aptallaştı, kalpler göğüs kafesini çatlattı. Her şey ama her şey durup kulak kabarttı.
Evren biten bir aşka şahitlik yapmaktaydı…
‘ Bitti’ dedi genç kadın.
‘ Bitti, gidiyorum’
Genç adam kalbini acıdığını hissetti aniden. Ölecek gibi oldu, bir şey söyleyemedi. Eli koynunda kanayan yarasında, peşi sıra giden kadını seyretmekle yetindi sadece. Ve kalbi kadının ellerinde…